Kolu çekti ve bagajı açtı. Yanındaki asker dikkatle ona
bakıyor oyunculuğunu ölçüyordu. Bundan rahatsız olmadı. Babası onu iyi eğitmişti.
Eğitim yeterli değildi tabii , askerlerin yargılayıcı bakışlarından biraz olsun
korunmak için erkek kılığına giriyordu ve sesini de gerektiği yerde kalınlaştırmak
zorundaydı. 2 yıldır bu yoldan geçmeye alışmıştı. O sınırdan geçen tır şoförlerinin
, mültecilerin , endişeli bakışlarıyla etrafı fır fır tarayan küçük çocukların
askerden nasıl korktuğunu tecrübe etmişti. Kendisi onlardan değildi artık. Bazı
askerler onu tanıyordu bile.
Askerin eğilip bulduğu her şeyi ellemesine izin verdi. Nasıl
olsa otları bulamayacak, ondan hakkını helal etmesini isteyip diğer arabaları
araştıracaktı. Biliyordu böyle olacağını
yüzlerce kez yaşamıştı çünkü.
Olaylar tahmin ettiği gibi gerçekleşti. Arabada sebze ve
meyveden başka bir şey bulamayan adam hakkını helal etmesini bunun yalnızca
tedbir amaçlı olduğunu söyledi. O , bu lafları çok duymuştu. İçinden bir
kahkaha attı. Bu adamların ağzı yalnızca laf yapardı . Bagajı sert bir şekilde
kapatıp babasının yanına döndü.
Yolları uzundu , Büyük İskender’in yıllar önce fethedip kanunlarını
getirdiği şehre otuz kilogram esrarla gidiyorlardı. Bundan rahatsız olduğu söylenemezdi.
Sonuçta hayatlarını bu kanun dışı madde sağlıyordu.
İskenderun limanına geldiklerinde takım elbisesi ve saygın
bir kaptana yakışmayan diksiyonuyla babasının alıcı dediği adam limanda onları
bekliyordu. Babası hızla bagajı açtı ve meyve dolu torbaları alıcıya verdi.
Alıcının yüzünde beliren gülümseme malların doğru olduğunu gösteriyordu.
Uyuşturucuları boşaltıp parayı aldıktan sonra arabaya
bindiler. Bindiklerinde üzerinde ani bir yorgunluk hissetti. Çok kısa bir süre
için tüm isteği eve gidip yaylı yatağına uzanmak , yumuşak sayılabilecek yastığına
başını koymaktı. Ama o kısa anın sonunda artık aklında yarın olacağı sınav vardı.
Kadayıf Kasabasının çıkış tabelasından yaklaşık 500 metre
sonra Baykuş Sokağın tabelasını görürdünüz.
Sokağın sonuna giderseniz şayet , iki katlı , zengin bir uyuşturucu kaçakçısına
göre mütevazı bir ev görürdünüz. ‘Depo’ olarak adlandırdığı yaşadıkları yere
geldiklerinde güneş yavaş yavaş yüzünü göstermeye başlamıştı. Birkaç saat sonra
sınava girecekti. İçinde sınava karşı hiçbir duygu beslemiyordu. Beslemeli
miydi? Emin değildi. Babası ona daima büyüyünce uyuşturucudan başka bir mesleği
olmayacakmış gibi davranmıştı. Evet , okula göndermişti , bu bile dua etmesi
gereken bir husustu ama okuldaki tek arkadaşı Papatya’nın ona anlattığı gelecek
hayalleri masal gibiydi. O da Papatya gibi olmak istiyordu.
Buna rağmen sınavı kazanmak ve büyük şehirlerden birine
gitmek için ne yapması gerektiği konusunda hiç fikri yoktu. Bugün de sınav
vardı. Acaba bir mucize olur da İstanbul’u kazanır mıydı? O da Papatya’nın
yapacağı gibi Amerika’ya gidip orada astronot olabilir miydi? Ya da bunun için
ne yapması gerekiyordu? Sınavı kazansa bile babası asla büyük bir şehre taşınmazdı.
Asla onun gitmesine ve liseyi okumasına izin vermezdi. Peki , ya … Kaçsa ?
-Pınar!
En azından şu an için babasını onu sınavın yapılacağı okula
taşımaya ikna ederse gerisini halledebilirdi herhalde.
-Sınava gidecek misin?
-Tabii baba!
-Kadayıf meslek Lisesi’ne alırlar mı acaba seni?
Babasının sorusuna cevap vermedi. Kadayıf Kasabasındaki meslek
lisesine gitmek istemiyordu o. Papatya gibi Ankara’da , İzmir’de bir Anadolu
Lisesi’ne gitmek istiyordu.
Nasıl mı?
Nasıl olacağını bilseydi burada olmazdı.
Kahvaltılarını sessizce yapıp
sınava yarım saat kala yola çıktılar.
_________________________________________________________________________
Eve dönerken babasının arabada sınavla ilgili sorduğu hiçbir
soruya cevap vermemişti. Ağzını açsa ağlayacaktı
çünkü.
Ne mi bekliyordu?
Bilmiyordu.
Belki iyi bir puan alırdı.
İyi bir puan almak için ne yapması gerektiğini biliyordu. Çalışmalıydı
herhalde… Ama nasıl?
Demek çalışmadan olmuyordu. O zaman çalışacaktı. Henüz geç
sayılmazdı değil mi? Sonsuza kadar sesini kalınlaştırarak ve erkek kılığına
girerek yaşamak istemiyordu. Hele o sınırdan geçmek , hayatlarının nereye
gideceğini bilmeyen umutsuz mültecileri , taşıdıkları insanları zerre kadar
umursamayan tek derdi para olan insan kaçakçılarını , yaptığı işten bıkkın tır şoförlerini
görmek , her gün , hele kendini görmek orada… Uyuşturucu kaçakçısı olarak… Sonsuza
dek? Asla!
Artık geç miydi? Hayatı boyunca mahkum muydu uyuşturucu
batağına? Bu son şansıydı ve onu da boşu boşuna mı harcamıştı? Bir daha eline
bir fırsat geçmeyecek ve hayatının sonuna kadar ‘depo’da sıkışıp kalacak mıydı?
Peki ya , babası ölünce , tek başına ne yapacaktı? Babası her ne kadar kabul
etmek istemese de o bir kızdı. Kadınların bu işte asla yeri yoktu. Babasının iş
ortakları onun kız olduğunu öğrenseler her şeylerini kaybederlerdi. Ah! Kız
olmaktan nefret ediyordu.
Gözyaşları yanaklarından dökülürken sessiz olmaya çalışıyordu.
Babası duymayacaktı onu. Ağladığını asla anlamayacaktı. Onu daima kendi sözünden
asla çıkmayan uslu , tatlı ve aynı zamanda da güçlü küçük kızı olarak
bilmeliydi.
Yatağında doğrulup burnunu çekti. Şu evden bir çıkabilse!
Her şey hallolabilirdi.
Olur muydu?
Bütün şanslarını kaybetmemiş miydi? Hala umudu var mıydı?
Belki İstanbul’a gitse…
O an aklına gelen fikirle sarsıldı. Annesini de bulurdu
belki. Annesinin İstanbul’da olduğunu biliyordu. Annesi onu doğurduktan sonra sırra
kadem basmıştı ve onu sadece fotoğraflardan tanıyordu. 15 sene boyunca babasıyla
yaşamıştı , başka kimse olmadan. Annesini bulma fikriyse içini ürpertiyordu.
Nasıl bulabilirdi ki annesini?
Tanrı aşkına , İstanbul’a nasıl gidecekti ki?
Umutsuzca yastığına sarıldı ve düşünmeye başladı. Göz
kapakları kapanmak istiyordu. Ama bu sefer yapmayacaktı. Uyumayacaktı.
Babası alt katta yemek hazırlıyordu.
Babası paralarını yatak odasında saklıyordu. Yavaşça kalkıp
kapıyı açtı. Koridorda sessizce ilerledi. Babasının paraları nerede sakladığını
bildiği için şanslıydı. Babasının 15 yılda kazandığı güveni hayatta en değer
verdiği şeyin , paralarının , nerede olduğunu söylemesine yetmişti. Ama şimdi
bu güven küpünü saniyeler sonra kırmak üzereydi. Buna hazır mıydı?
Durdu.
Bunu gerçekten yapacak mıydı? Babasının parasını çalacak ve
İstanbul’a gidecek miydi? İstanbul’a gidince ne yapacaktı?
Pekala , bazen hayatta risk almak gerekirdi , değil mi?
Bunun son şansı olduğuna inanıyordu. Varsın sınavı
kazanamasın , İstanbul’daki kötü lisede okuyacaktı. Kadayıf Kasabasındaki değil.
Annesini bulacaktı. Belki okul başlayana kadar bir işte çalışır bol bol para
biriktirirdi. Babasına ihtiyacı yoktu. Hele esrara , asla gereği yoktu.
O an fark etti. Uyuşturucuyu , ona bağımlı olan insanlara götürürken
, aslında onlar daha çok bağımlıydılar o insanın hayatını bitiren maddeye. Uyuşturucu
olmadan aç kalırlar , ölürlerdi. Bu düşünce onu korkuttu. Hiçbir şeye bağımlı
olmak istemiyordu o. Özgür olmak istiyordu!
Daha kararlı adımlarla ilerledi. Odanın kapısını açıp
paraları eliyle koymuş gibi buldu. Kaç lira olduğuna bakmadan aceleyle kapıyı
kapatıp odasına koştu.
Küçük bir çanta alıp yüklü bir meblağ olan parayı çantasının
en dibine koydu.
Babası paraların kaybolduğunu fark etmeden önce onun İstanbul’a
giden otobüste olması gerekiyordu.
Babası onu gün içinde çok önemsemezdi. Herhangi bir iş yaptırmayacaksa
umurunda bile olmazda kızı. Bundan yararlanıp aceleyle çantasını sırtına aldı ,
uzun saçlarını omuzlarının gerisine ittirip sessizce merdivenlerden indi.
Babası mutfakta kapıya arkasını dönmüş bulaşık yıkıyordu. Ona son kez baktı ve
kapıyı kapatıp Kadayıf Kasabası’nın otogarına doğru koşmaya başladı.
Hiçbir şey düşünmemeye çalışıyordu. Düşünse ağlayacaktı ve
hatta geri dönecekti belki. Babası onun olmadığını fark edince ne yapacaktı kim
bilir? Karısını 15 sene önce kaybetmiş ve hayatta belki üçüncü veya dördüncü
sırada değer verdiği şeyi , kızını , kaybettiğini yeni öğrenmiş bir baba. Babası
onu seviyor mu , ona değer veriyor mu emin değildi aslında. Sevgisini hiç
göstermemişti ona. Bir kere olsun kucağına alıp uzun siyah saçlarını okşamamıştı
kızının. Belki o evden , babasından kaçmasının sebeplerinden biri de buydu.
Biraz olsun sevilmek istiyordu , değer görmek istiyordu. Görünmez olmaktan sıkılmıştı.
Kadayıf Kasabasının ‘Güle Güle’ tabelasından çok uzakta değildi
otogar. Nefes nefese içeri girdiğinde ter içinde kalmıştı ve titriyordu. Hayatında
hiç böyle bir şey yapmamıştı. Etrafına bakındı.
-Haydi , İstanbul’a! Bir iki bir iki İstanbul kalkıyor!
Acele edin!
Sağ tarafta avazı çıktığı gibi bağıran adama baktı. Etraf
kalabalıktı ve birçok insan adamın yüzüne bile bakmadan endişeli ifadelerle yanından
geçip gidiyordu. Ne yapması gerekiyordu? Adamın yanına gidip sormalı mıydı?
Cesaretini topladı.
-Öhüm… Merhaba.
Adam bağırmayı bırakıp ona döndü.
-Merhaba küçük hanımefendi.
-İstanbul’a gitmek için… Ne yapmam gerekiyor?
-Hemen otobüse geçin , parasını sonra ödeyebilirsiniz.
İnanamıyordu! Sonunda İstanbul’a
gidiyordu ha! Çığırtkana teşekkür etmeyi bile unutup otobüse atladı. Yüzünde
mutluluğunu belli eden kocaman bir gülümsemeyle otobüsün dar koridorunda
ilerleyip kendini boş koltuklardan birine attı. Çantasını kucağına koyup camdan
müşteri toplamak için bağırmaya devam eden çığırtkanı seyre daldı.
_________________________________________________________________________