Sayfalar

16 Kasım 2019 Cumartesi

Dinle


Bir Eylül ayına göre bunaltıcı güneş ışıkları tepede yükselirken kalabalığın arasından sıyrılmayı başarıp turnikelerden geçtim. Yürümemiz için döşenen taşların kapladığı alan küçük tutulmuş , bakımlı çimler ve daha önce gördüklerime oranla küçük gül ağaçları , çam fidanları çim öbeklerinin etrafına serpiştirilmiş. Sağ tarafta turistler için bir hediye mağazası, sol tarafta eski Türk mimarisinin çadır geleneklerini taşıyan özellikleriyle Mevlana Camii ve hemen arkasında görünen yeşil kubbesiyle Mevlana Türbesi. Oldukça geniş bir alana yayılmış insanların azınlığını yabancılar, çocuğu olmayan çiftler ve arkadaş grupları oluştururken topluluğun çoğu çekirdek aileler; kimi ağlayan çocuğunu susturmaya çalışıyor, kimi ailenin büyüğüne yürümesinde yardım ediyor, kimi okuma yazma bilmeyen oğluna geniş alanı sınırlayan duvardaki cümleleri okuyor:

"Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol."

"Hoşgörülülükte deniz gibi ol."

"Şefkat ve merhamette güneş gibi ol."

Öyle tanıdık ve samimi cümleler ki gözlerim italik harfler üzerinde dolaştıkça ister istemez gözlerim sulanıyor. Türk kültürüne hakim biri olup da bu cümleleri duymayan yoktur herhalde, hayatın dilimizden bir gün düşürmediğimiz ‘hızı’ bizi öyle güçlü bir akıntıya kaptırıyor ki aslında… Belki her gün hayatın hızından şikayetçiyiz ama asıl şu cümleyi duyunca içimizde bir şey burkuluyor, rahatsız edici bir suçluluk duygusu kaplıyor benliğimizi: “Hoşgörülükte deniz gibi ol.”

Sahneler hemen geçiyor aklımdan bir bir, pişmanlık duygusu: şu turnikeden yürürken geçmeme yardımcı olan güvenlik görevlisine bir teşekkür etseydim keşke... Sabah otobüse binerken şoföre gülümsesem, günaydın desem sanki dilime yapışırdı! Öyle güzel bahanelerimiz var ki hayata karşı, kendimizi savunmasını çok iyi biliyoruz. Mücadelemiz çetin. Ne düşünmeye, ne okumaya, ne sevmeye, ne de gülümsemeye vaktimiz var. Hepimiz biliriz yaşamın iniş çıkışlarını. Ama hangimiz yenilmedi ki geçen zamana… Bazen en çok ihtiyacımız olan şey bir ruh temizliği olur. Hayatın fark etmeden bizi kirlettiği yerlerde durup hatırlamamız gereken cümleler bile bizi uzun düşüncelere sevk edip hayatı herkes için güzelleştirebilir.

Şefkati, merhameti, hoşgörüyü kaybettiğimizi anladığımız anlar, o anlar. Sabretmeyi unuttuğumuz, başkalarının kusurlarını görmemezlikten gelmeyi. Ve en acısı, kendimiz olmayı veya ‘birisi’ olmayı. Çünkü ancak vakit harcamakla olunur ‘birisi’ olmak, hayatı anlamakla, okumakla, gezmekle, muhabbetle, sevgiyle. Bazen öyle bir muamma kaplamalıdır ki ruhu, bir merak duygusu, bir yerinde duramama, sonra insanın aklına gelmeli bu değerli cümleler, Mesnevi’den. “Cömertlik ve yardımda akarsu gibi ol.” Çünkü bazı cümleler yolun kenarında oturup büyümüş gözleriyle insanlara bakan çocukların hayatını değiştirecek güce sahip. “Tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol.” Çünkü bazı cümleler kendinden başlayıp ailenin, sokağın, şehrin, ülkenin, dünyanın güzelliğini sağlayabilir.

Hayatta en zor olgulardan biridir ‘iyi olmak’. Çoğuna göre gönülde biter iyilik; çoğunun niyeti iyidir. Kötülükler için çekilen vicdan azabıdır iyilik. Rahatını bozmadan yapılan kınamadır. Gece yatmadan önce yapılan duadır veya her şeyden uzakta dökülen bir damla yaştır.

Peki ne dersiniz, düşünelim biraz: ”Ya göründüğün gibi ol, ya olduğun gibi görün.” demiş zamanında Mevlana. İyi niyetliyiz, belli. Gözümüzden dökülen yaş, göğe açılan avuçlarımız kanıt buna. Eh, aynı zamanda yapılan eleştirilere karşı yanlara doğru açılan avuçlarınız ve ‘ne yapabiliriz ki biz?’ diye isyan edercesine bakan gözleriniz de olduğunuz gibi görünmekte yaşadığınız mücadeleyi anlatıyor!

Bunları düşünürken kendimi kalabalığa kaptırıp giriyorum Mevlana Camii’ne. Camii’nin içinde Mevlana’ya ait eşyalar, duvarlarda hat yazıları, Mesnevi’den alıntılar var. Sağ tarafta en yakınlarının türbeleri. Kalabalığı gözden geçirdim. Çoğu ellerini açmış dua ediyor, bazıları fotoğraf çekiyor, birkaç turist dikkatle rehberlerini dinliyor.

Sol tarafta Mesnevi’nin ilk beytinin yazılı olduğu eskimiş kağıda baktım. “Dinle”  Mesnevi böyle başlıyor.

Sanırım şimdi en çok ihtiyacımız olanlardan biri dinlemek.

Kaynakça - Mevlana, Mesnevi

Aşkın Şiirini Yazmak



Kitapçıda akılda belli bir kitap olmaksızın raflar arasında gezmek bazen ne kapılar aralıyor… Şöyle geniş bir vakitte, sayfaların kokusunu içime çekerek cebimdeki o çok değerli bir avuç parayı hangi şanslı kitap uğruna çıkaracağıma karar vermek için rafların arasında dolaşmak belki en sevdiğim faaliyetlerden. En sevdiğim raf ise şiir rafları. Böyle nadir vakitleri harcamaya değer bulduğum kelimeler, bana binlerce kapı aralamalı, cevaplayamayacağım sorular sormalı, gidemeyeceğim yerlere götürmeli, söyleyemeyeceğim şeyler söyletmeli, düşünemeyeceklerimi fısıldamalı kulağıma ve değiştirmeli yüz ifademi.


Kimisi kalın ürkütücü, kimisi adını görmeme izin vermeyecek kadar ince olan kitapları gözlerimle tarıyorum. Ne kadar fazla seçeneğiniz olursa o kadar mutsuz oluyorsunuz. Bugünün konusu ne olacak acaba… Elimi uzatıp beyaz ince bir kitabı raftaki yerinden çıkarıp elime alıyorum. Zannettiğimden daha ağır.


Aşkın Kitabı, Nizar Kabbani


Aşk. Dilimizdeki en bilinmez kelimelerden biri. Ve en tuhaf. Yeri gelince ad, sıfat, fiil, zamir, zarf; yeri gelince bir çift göz, bir tutam saç, bir parmak izi, bir hüzün, bir gülüş, gökyüzünden süzülen bir kar tanesi veya hızla çarpıp sıçramanın eşiğinde ağır bir yağmur damlası. Dilimizde bu kadar anlamı olan nadir kelimelerden. Belki evrende olup biten her şeyi bu üç harfle açıklamak mümkündür, kim bilir! Sözlük anlamı: “Bir varlığı tutku ve bağlılık düzeyinde sevme.” Sözlük anlamını okuyunca ‘Bununla bitseydi keşke!..’ diyesi geliyor insanın. Sahi öyle çok yazılıp çizilmiştir ki aşk hakkında artık her harfin altı harabeye dönmüş; kimi yerleri paslanmış, tozlanmış, çamur olmuş, yanmış kül olmuş. Yine de yeşeren otlar, çiçekler sarmış her yeri ama o hayal kırıklıklarının umutsuzlukların, gözyaşlarının izlerini örtememiş belli ki.


soruyor sevgilim:
gökyüzü ile benim aramdaki fark ne?
aranızdaki fark şöyle ki
bir gülsen sevgilim
aklımda ne yer kalır ne gök


Bir aşk şiiri de işte bu harabeyi ve orada burada yeşeren otları gözlerimiz önüne serer aslında. Kimi şiirlerde açan güller o kadar göz alıcıdır, meyve ağaçları ağırlıkları öyle kaplamıştır ki kadrajı, harabe marabe kalmaz. Kelimelerin arasında kalbiniz bir sıcaklıkla dolar, elleriniz terler, bir eksiklik hissedersiniz veya bir fazlalık; okuduğunuz kitabın arkasındaki fiyat etiketi, kapının arkasında olanca hızıyla akan hayat tüm anlamını yitirir bir anda.


ey hâlâ ırak olan


onuncu yıldan sonra bile


saplanmış mızrak gibisin hala belime





Ve işte A’nın arkasındaki yangın bu. Ş’ye kazılmış kuyu; gelen düşsün diye. K’nin üzerindeki toz, kimsenin silmeye tenezzül edemediği. Yiğitleri toprağa düşüren, gözleri karartan dünya meselesi.


Hızla kitabın ilk sayfalarına gidiyorum.


“Bağdat’ta tanıştığı eşi Belkîs, 12 yıllık bir beraberlikten sonra, Beyrut’ta Irak Büyükelçiliği’ne düzenlenen bir bombalı saldırıda, 1982 yılında hayatını kaybetmiştir. Gerek bu olay gerekse siyasî şiirlerinde acımasızca eleştirdiği Arap yöneticilerin tutumları Nizâr Kabbânî’yi daha ihtiyatlı davranmaya sevk etmiştir.”


“Kadın Şairi”


“Arap Milletinin Şairi”   


“Duygusal ve romantik bir şair olan Nizâr Kabbânî, şiirlerini oldukça sade bir dille yazmıştır.”         *


Aşk ne kadar az kelimeyle anlatılırsa o kadar iyi anlaşılır. Çünkü şiirde bir kelimenin anlatacağını, başka bir kelime daraltır. Şiir uzadıkça, aslında daralır. Nizar Kabbani bunu fark eden ve Arap şiirini şimdiki yerine taşıyan şair olmuş. Öfkenin, isyanın, aşkın, cesaretin diliyle yazmış şiirlerini. Öyle ki şiirleri baskıyla ve zorbalıkla karşılanmış, yayımlanması zorlaşmış. En sonunda şair dönem iktidarı tarafından sürgüne gönderilmiş. Yine de duruşunu korumuş : “Zorbalığın var olduğu bir ortamda aşk ve özgürlük serpilip büyüyemez”


Belki en güzel karşılığını bu şiirlerde bulmuş aşk. Çeviri şiir olmanın dezavantajlarını da çok görmemiş; Arapça’dan Türkçe’ye. Kardeş diller anlatmak istediklerini birbirlerini zedelemeden meydana getirmişler. Harabeleri ve çoğunlukla gül bahçeleriyle; isyanıyla ve öfkesiyle bu şiirler bir oturuşta değil de bir ‘ele alış’ta okunabilir. Bu şiirler bir ömür boyu düşündüren üslupta vücut buluyor ve aşığın hülyalı gözlerinde bulanıklaşıyor. Aşıksanız eğer size çok şiir gerekmez…


Ama şiir sizi olduğunuz yerden alabilir ve olmak istediğiniz yeri bulmanızı sağlayabilir.


Şiir bu yüzden değerli ve nadirdir.


Aşkın Kitabı şiirdeki bütün beklentileri karşılayabilir.




neden ışık saçıyor mürekkebim neden


seni sevdiğimden beri


ve neden çayır çimen defterlerim


her şey değişti beni sevdiğinden beri


çocuklar gibiyim, güneşle oynuyorum


peygamber gönderilmedim ama


sana dair yazınca bir peygamber oluyorum