Sayfalar

22 Ocak 2015 Perşembe

-Tam Zamanı-

     Kolu çekti ve bagajı açtı. Yanındaki asker dikkatle ona bakıyor oyunculuğunu ölçüyordu. Bundan rahatsız olmadı. Babası onu iyi eğitmişti. Eğitim yeterli değildi tabii , askerlerin yargılayıcı bakışlarından biraz olsun korunmak için erkek kılığına giriyordu ve sesini de gerektiği yerde kalınlaştırmak zorundaydı. 2 yıldır bu yoldan geçmeye alışmıştı. O sınırdan geçen tır şoförlerinin , mültecilerin , endişeli bakışlarıyla etrafı fır fır tarayan küçük çocukların askerden nasıl korktuğunu tecrübe etmişti. Kendisi onlardan değildi artık. Bazı askerler onu tanıyordu bile.
     Askerin eğilip bulduğu her şeyi ellemesine izin verdi. Nasıl olsa otları bulamayacak, ondan hakkını helal etmesini isteyip diğer arabaları araştıracaktı. Biliyordu böyle olacağını  yüzlerce kez yaşamıştı çünkü.
     Olaylar tahmin ettiği gibi gerçekleşti. Arabada sebze ve meyveden başka bir şey bulamayan adam hakkını helal etmesini bunun yalnızca tedbir amaçlı olduğunu söyledi. O , bu lafları çok duymuştu. İçinden bir kahkaha attı. Bu adamların ağzı yalnızca laf yapardı . Bagajı sert bir şekilde kapatıp babasının yanına döndü.
     Yolları uzundu , Büyük İskender’in yıllar önce fethedip kanunlarını getirdiği şehre otuz kilogram esrarla gidiyorlardı. Bundan rahatsız olduğu söylenemezdi. Sonuçta hayatlarını bu kanun dışı madde sağlıyordu.
     İskenderun limanına geldiklerinde takım elbisesi ve saygın bir kaptana yakışmayan diksiyonuyla babasının alıcı dediği adam limanda onları bekliyordu. Babası hızla bagajı açtı ve meyve dolu torbaları alıcıya verdi. Alıcının yüzünde beliren gülümseme malların doğru olduğunu gösteriyordu.
     Uyuşturucuları boşaltıp parayı aldıktan sonra arabaya bindiler. Bindiklerinde üzerinde ani bir yorgunluk hissetti. Çok kısa bir süre için tüm isteği eve gidip yaylı yatağına uzanmak , yumuşak sayılabilecek yastığına başını koymaktı. Ama o kısa anın sonunda artık aklında yarın olacağı sınav vardı.
     Kadayıf Kasabasının çıkış tabelasından yaklaşık 500 metre sonra Baykuş Sokağın tabelasını görürdünüz.  Sokağın sonuna giderseniz şayet , iki katlı , zengin bir uyuşturucu kaçakçısına göre mütevazı bir ev görürdünüz. ‘Depo’ olarak adlandırdığı yaşadıkları yere geldiklerinde güneş yavaş yavaş yüzünü göstermeye başlamıştı. Birkaç saat sonra sınava girecekti. İçinde sınava karşı hiçbir duygu beslemiyordu. Beslemeli miydi? Emin değildi. Babası ona daima büyüyünce uyuşturucudan başka bir mesleği olmayacakmış gibi davranmıştı. Evet , okula göndermişti , bu bile dua etmesi gereken bir husustu ama okuldaki tek arkadaşı Papatya’nın ona anlattığı gelecek hayalleri masal gibiydi. O da Papatya gibi olmak istiyordu.
     Buna rağmen sınavı kazanmak ve büyük şehirlerden birine gitmek için ne yapması gerektiği konusunda hiç fikri yoktu. Bugün de sınav vardı. Acaba bir mucize olur da İstanbul’u kazanır mıydı? O da Papatya’nın yapacağı gibi Amerika’ya gidip orada astronot olabilir miydi? Ya da bunun için ne yapması gerekiyordu? Sınavı kazansa bile babası asla büyük bir şehre taşınmazdı. Asla onun gitmesine ve liseyi okumasına izin vermezdi. Peki , ya … Kaçsa ?
-Pınar!
En azından şu an için babasını onu sınavın yapılacağı okula taşımaya ikna ederse gerisini halledebilirdi herhalde.
-Sınava gidecek misin?
-Tabii baba!
-Kadayıf meslek Lisesi’ne alırlar mı acaba seni?
Babasının sorusuna cevap vermedi. Kadayıf Kasabasındaki meslek lisesine gitmek istemiyordu o. Papatya gibi Ankara’da , İzmir’de bir Anadolu Lisesi’ne gitmek istiyordu.
Nasıl mı?
Nasıl olacağını bilseydi burada olmazdı.
Kahvaltılarını sessizce yapıp sınava yarım saat kala yola çıktılar.
_________________________________________________________________________

Eve dönerken babasının arabada sınavla ilgili sorduğu hiçbir soruya cevap vermemişti.  Ağzını açsa ağlayacaktı çünkü.
Ne mi bekliyordu?
Bilmiyordu.
Belki iyi bir puan alırdı.
İyi bir puan almak için ne yapması gerektiğini biliyordu. Çalışmalıydı herhalde… Ama nasıl?
     Demek çalışmadan olmuyordu. O zaman çalışacaktı. Henüz geç sayılmazdı değil mi? Sonsuza kadar sesini kalınlaştırarak ve erkek kılığına girerek yaşamak istemiyordu. Hele o sınırdan geçmek , hayatlarının nereye gideceğini bilmeyen umutsuz mültecileri , taşıdıkları insanları zerre kadar umursamayan tek derdi para olan insan kaçakçılarını , yaptığı işten bıkkın tır şoförlerini görmek , her gün , hele kendini görmek orada… Uyuşturucu kaçakçısı olarak… Sonsuza dek? Asla!
     Artık geç miydi? Hayatı boyunca mahkum muydu uyuşturucu batağına? Bu son şansıydı ve onu da boşu boşuna mı harcamıştı? Bir daha eline bir fırsat geçmeyecek ve hayatının sonuna kadar ‘depo’da sıkışıp kalacak mıydı? Peki ya , babası ölünce , tek başına ne yapacaktı? Babası her ne kadar kabul etmek istemese de o bir kızdı. Kadınların bu işte asla yeri yoktu. Babasının iş ortakları onun kız olduğunu öğrenseler her şeylerini kaybederlerdi. Ah! Kız olmaktan nefret ediyordu.
     Gözyaşları yanaklarından dökülürken sessiz olmaya çalışıyordu. Babası duymayacaktı onu. Ağladığını asla anlamayacaktı. Onu daima kendi sözünden asla çıkmayan uslu , tatlı ve aynı zamanda da güçlü küçük kızı olarak bilmeliydi.
Yatağında doğrulup burnunu çekti. Şu evden bir çıkabilse! Her şey hallolabilirdi.
Olur muydu?
Bütün şanslarını kaybetmemiş miydi? Hala umudu var mıydı? Belki İstanbul’a gitse…
     O an aklına gelen fikirle sarsıldı. Annesini de bulurdu belki. Annesinin İstanbul’da olduğunu biliyordu. Annesi onu doğurduktan sonra sırra kadem basmıştı ve onu sadece fotoğraflardan tanıyordu. 15 sene boyunca babasıyla yaşamıştı , başka kimse olmadan. Annesini bulma fikriyse içini ürpertiyordu. Nasıl bulabilirdi ki annesini?
Tanrı aşkına , İstanbul’a nasıl gidecekti ki?
     Umutsuzca yastığına sarıldı ve düşünmeye başladı. Göz kapakları kapanmak istiyordu. Ama bu sefer yapmayacaktı. Uyumayacaktı.
Babası alt katta yemek hazırlıyordu.
     Babası paralarını yatak odasında saklıyordu. Yavaşça kalkıp kapıyı açtı. Koridorda sessizce ilerledi. Babasının paraları nerede sakladığını bildiği için şanslıydı. Babasının 15 yılda kazandığı güveni hayatta en değer verdiği şeyin , paralarının , nerede olduğunu söylemesine yetmişti. Ama şimdi bu güven küpünü saniyeler sonra kırmak üzereydi. Buna hazır mıydı?
Durdu.
     Bunu gerçekten yapacak mıydı? Babasının parasını çalacak ve İstanbul’a gidecek miydi? İstanbul’a gidince ne yapacaktı?
Pekala , bazen hayatta risk almak gerekirdi , değil mi?
     Bunun son şansı olduğuna inanıyordu. Varsın sınavı kazanamasın , İstanbul’daki kötü lisede okuyacaktı. Kadayıf Kasabasındaki değil. Annesini bulacaktı. Belki okul başlayana kadar bir işte çalışır bol bol para biriktirirdi. Babasına ihtiyacı yoktu. Hele esrara , asla gereği yoktu.
     O an fark etti. Uyuşturucuyu , ona bağımlı olan insanlara götürürken , aslında onlar daha çok bağımlıydılar o insanın hayatını bitiren maddeye. Uyuşturucu olmadan aç kalırlar , ölürlerdi. Bu düşünce onu korkuttu. Hiçbir şeye bağımlı olmak istemiyordu o. Özgür olmak istiyordu!
     Daha kararlı adımlarla ilerledi. Odanın kapısını açıp paraları eliyle koymuş gibi buldu. Kaç lira olduğuna bakmadan aceleyle kapıyı kapatıp odasına koştu.
Küçük bir çanta alıp yüklü bir meblağ olan parayı çantasının en dibine koydu.
Babası paraların kaybolduğunu fark etmeden önce onun İstanbul’a giden otobüste olması gerekiyordu.
     Babası onu gün içinde çok önemsemezdi. Herhangi bir iş yaptırmayacaksa umurunda bile olmazda kızı. Bundan yararlanıp aceleyle çantasını sırtına aldı , uzun saçlarını omuzlarının gerisine ittirip sessizce merdivenlerden indi. Babası mutfakta kapıya arkasını dönmüş bulaşık yıkıyordu. Ona son kez baktı ve kapıyı kapatıp Kadayıf Kasabası’nın otogarına doğru koşmaya başladı.
     Hiçbir şey düşünmemeye çalışıyordu. Düşünse ağlayacaktı ve hatta geri dönecekti belki. Babası onun olmadığını fark edince ne yapacaktı kim bilir? Karısını 15 sene önce kaybetmiş ve hayatta belki üçüncü veya dördüncü sırada değer verdiği şeyi , kızını , kaybettiğini yeni öğrenmiş bir baba. Babası onu seviyor mu , ona değer veriyor mu emin değildi aslında. Sevgisini hiç göstermemişti ona. Bir kere olsun kucağına alıp uzun siyah saçlarını okşamamıştı kızının. Belki o evden , babasından kaçmasının sebeplerinden biri de buydu. Biraz olsun sevilmek istiyordu , değer görmek istiyordu. Görünmez olmaktan sıkılmıştı.
Kadayıf Kasabasının ‘Güle Güle’ tabelasından çok uzakta değildi otogar. Nefes nefese içeri girdiğinde ter içinde kalmıştı ve titriyordu. Hayatında hiç böyle bir şey yapmamıştı. Etrafına bakındı.
-Haydi , İstanbul’a! Bir iki bir iki İstanbul kalkıyor! Acele edin!
Sağ tarafta avazı çıktığı gibi bağıran adama baktı. Etraf kalabalıktı ve birçok insan adamın yüzüne bile bakmadan endişeli ifadelerle yanından geçip gidiyordu. Ne yapması gerekiyordu? Adamın yanına gidip sormalı mıydı?
Cesaretini topladı.
-Öhüm… Merhaba.
Adam bağırmayı bırakıp ona döndü.
-Merhaba küçük hanımefendi.
-İstanbul’a gitmek için… Ne yapmam gerekiyor?
-Hemen otobüse geçin , parasını sonra ödeyebilirsiniz.
İnanamıyordu! Sonunda İstanbul’a gidiyordu ha! Çığırtkana teşekkür etmeyi bile unutup otobüse atladı. Yüzünde mutluluğunu belli eden kocaman bir gülümsemeyle otobüsün dar koridorunda ilerleyip kendini boş koltuklardan birine attı. Çantasını kucağına koyup camdan müşteri toplamak için bağırmaya devam eden çığırtkanı seyre daldı.
_________________________________________________________________________